Her seyin bir öncesi vardi. Yaradilisin, sözün, yeryüzü oyunlarimizin, verdigimiz sevginin, kazanilan acilarin, katliamlarimizin, yarim kalmis bir bakisin, uzun yüzlü aynalarin her seyin bir öncesi. Belki de varolmamizin bir nedeni de, varligiyla kendi cevabini zaten yaratmis olmasinda gizliydi; biz israrla, bir baskasina tasitmaya zorluyoruz kendimizi. Aslinda, giz diye bildigimiz her sey nedenini en
acik sekilde vuruyordu icimize. Vurdugu yerde bir kapi araliyor ve o kapinin araligina biriken bakislarin arasinda kendi gözlerimize yer ariyorduk. Gözden kacirdigimiz ve kendimizi unuttugumuz yeri iste burasiydi hayatin yani ki herkes bir baskasinin elleriyle o kapiyi acmaya calisiyordu ki bu, yarim kalan yanimizdi hepimizin. Simdi, sorulacak soru suydu; hangimiz acmaya cesaret edecektik o kapiyi, kendi ellerimizle ama Böyle giyinmis bir halde ciplakligimizdan
korkarak mi Ellerimizi, yüzlerimizi ve gözlerimizi tanimadan mi gececektik o karanlik bahceden ruhumuzun asfaltina Basimizi kaldirip baktigimizda, bir daha hic inmeyecek mi rollerini paylastigimiz bu filmin son perdesi icimizden inancsiz, iste böylesine calinmis bakislarla oynuyoruz rolümüzü. Aslolan bir baska yerdeydi
Ufak.
Ufacik bir sakaydi her sey.
Inanmadan gülüyorduk. Ruhlarimizin gözlerimize vuran yeri bozuk bir saatin düzeniyle isliyordu.