Ben bu sehri cok sevdim; tarihi fisildayan sokaklarini, evlerini kendime yakin buldum.
Manevi bir cekim merkezi oldugunu hissettigim Agca Mescidi, Yag Camiini, mimarinin
son eseri olan Hasan Aga Camiini... Ziya Pasa felsefesini, dev saat kulesini ve kebabini,
salgamini, simidini... Pamuk ve karpuz tarlalarini; portakal ve nar bahcelerini... Öyle ya
binlerce yildir insan seli akiyor, yine de garibana uzaniyordu Cukurovanin sefkatli eli.
Misiste ölümsüzlük otunu aradim, Lokman Hekime rüyamda ciceklerin adlarini fisildamasi
icin yalvardim. Solugu Anavarzada aldim nedense, yine deprem oluyordu asirlar öncesinin
tekrarini yasatircasina. Alacakaranlikta Sardanapalusu gördüm sanki; kizil bir gün batiminda
gülümsüyordu. Sahmeranin hayali bekliyordu Yilankaleyi, sisli Kozan Kalesi yine portakal
kokuluydu. Bir alacakaranlikta karsilastim Tasköprüde Roma Imparatoru Hadrianus ile.
Ramazanoglu Konagina konuk oldum, yenicerilerle saf tuttum Ulu Camiinde, Kuvvacilarla
birlikteydim Güney Cephesinde. Piri Mehmet Pasadan dua alip Ziya Pasadan nasihat
dinlerken büyük saat üce vurdu... Merkez ve Atatürk parklari ile yesil duvarlarla cevrili eski
evlerinde kardes kardes büyüyordu begonvil, jakaranda, mimoza, leylak, erguvan ve firca
calisi fidanlari. Sokaklar turunc cicegi kokuyordu. Alti minarenin hepsinde kandiller
yaniyordu. Ben bu sehri cok sevdim; hissettim, yasadim ve yazdim...